dijital doğanlar kuşağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dijital doğanlar kuşağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Eylül 2012

Dijital Doğanlar


Dijital doğanlara, çoğunluğunu 90’lı yıllarda doğmuş olanların oluşturduğu kitle diyebiliriz. Cep telefonu öncesi iletişim tekniklerini (mektup, sabit telefon, faks) bir efsane gibi “uzak, çok uzak diyarlardan” hikâyeler biçiminde algılayan bir kuşaktan söz ediyoruz. Dijital doğanlar kuşağının yaşamı, deneyimin öncesinde ve sonrasında gösterim ve performansa dayanıyor.
                               
Sosyal medyanın büyümesi, daha doğrusu tekno-bilişimin kazandığı gelişim hızında, dijital doğanlar kuşağının temel motivasyonu online gösterim yapma arzusu. Gündelik yaşamda kişiliğimizin sunumu demek olan imajlarımız, sosyal medyada da ön plana çıkıyor hatta bütünlüğümüzü yansıtıyor. Yeni kuşak için yaşam, genellikle eylemi yaşamak değil eylemin yaşandığını göstermek oluyor. Tabi ki etkisini ve cazibesini önceki kuşaklar üzerinde de gösteriyor. Dijital dünyadan önce doğanlar da aynı etkileşime girmek istiyor. Böylece D.Ö ve D.S. diyerek iki kuşak birleşmiş bulunuyoruz.
   
Basit bir örnek vermek gerekir ise, tarçınlı bir sütlü tatlının damak tadını tamamlayan hatta belirleyen şey; bir sosyal medya alanında tatlımızın resmini paylaşmak veya tatlının damağımızda bıraktığı tadı 140 karakter ile yazıya dökmek olabiliyor. İyisi ve kötüsü tartışma konusu bu yeni gibi görünen bu durum, temelleri çok zaman öncesinden dayanan “gösteri toplumu” kavramının ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşamımızı sarmalıyor. Artık iş yaşamımızda ve özel hayatımızda gösterimlerimizle var olmak zorundayız. Yaşam, online ve offline imajların içinde değerlendiriliyor. 
Dijital doğanlar kuşağının online yaşamları, doğası gereği “olağan şüpheliler” kuşağını da kitlece büyütüyor. Çok fazla sayıda ve hızla tükenen medyalar ve görsel-işitsel malzemeler, zorunlu olarak gizlilik ve güvenlik isteğini pekiştiriyor. Özel yaşamaların paylaşılması, çatışmaların sosyal medyada çeşitlenmesine neden oluyor.
Bir mekândan check- in yapıp, çektiğimiz resme sepya filtre uygulayıp, tweetlemek veya facelemek artık göreneklerimiz arasına girmiş durumda ve seviyoruz. Gittikçe hızlanan bu iletişim biçimi, bugünümüz için doğru bir sosyal yaşam biçimi oldu. Ama doğrularımızın bile mobilite ve rekabet ortamında sorgulanması, yenilenmesi gerekebiliyor.
Milenyum dünyasının halkları içinde bizler, 1950 yıllarda akademik teori olan “gösteri toplumu”nu iş ve özel yaşam içinde deneyimlemek zorundayız. Gösterme, gösterimin önüne geçmiş bulunuyor.
Şimdiki kuşakların unuttuğu kelimeler (cilve, edep v.s.) ve haller (vuslat, hicran v.s.) Çok uzak olmayan bir gelecekteki kuşakları için hayaller ve özlemler olacak.


Ahmet Usta